Herkes kendi gemisinin kaptanıdır ve kendi hikâyesinin başaktörüdür. Dünyayı algılarken hep kendimizle konuşuruz, kendi yaşantılarımız ve kişiliğimiz ekseninden değerlendiririz. Bu şekilde yaptığımız değerlendirmenin sonucu olarak bazen farkında olmadan evrenin merkezinde kendimiz varmış gibi hissederiz;
sanki olan biten her şey bizimle ilgiliymiş gibidir. Bu o kadar da anormal bir durum değil esasında, çünkü her insan hayata böyle bakar, sanki dünyanın merkezinde o varmış gibi. Böyle olunca yaşadığımız olumsuz olayların bizi etkilemesi çok daha farklı olur. Çünkü birisi bize surat astığında, öfke gösterdiğinde, haksızlık yaptığında ya da kötü davrandığında hem olayın bize yaşattığı kötü hissi hem de olaya sanki biz sebep olmuşuz ya da bizden kaynaklanıyormuş gibi baktığımız için üzerimize aldığımız suçluluk hissini yaşarız. Halbuki birisi sana kötü davranıyorsa, bu durum onun kendi içindeki süreçlerle, kendi kompleksleriyle ilgili olabilir. Orada sen değil de başka biri olsaydı ona da kötü davranırdı o kişi.
Bay Fridriksson bizimle son kez vedalaşırken bana hitaben; sanki çıkılan yolun sonu belirsiz yolcuları olan bizler için yazılmış, Vergilius'un şu dizelerini söyledi:
''Et quacumque viam dederit fortuna sequamur''
''Kader bizi hangi yola sürüklerse, o yolu izleyeceğiz.''
Ah! siz kadınlar, kızlar, şu anlaşılması olanaksız kadın kalbi! Siz kadınlar, varlıkların en utangacı olmadığınızda en yüreklisi olursunuz! Akıl yanınıza uğramaz bile.
Birinci kural yaradana hangi kelimelerle tanımladığımız kendimizi nasıl gördüğümüze aynı tutar şayet tanrı dendi mi öncelikle korkulacak utanılacak utanılacak bir varlık geliyorsa aklına demekki sen de korku ve utanç içindesin çoğunlukla yok eğer tanrı dendi mi evvela aşk merhamet ve şevkat anlıyorsan sen de bu vasıflardan bolca mevcut
"İnsan garip bir yaratıktı. Karnı doyunca, açlık ıstıraplarını hatırlamazdı bile. Ona herhangi bir zorluğu anlatmak için, o ortam içine sürüklemek lazımdı."